Bir gün her şey giderse, geriye senden kim kalır?
Sahip olduğun ama hayatın boyunca varlığını hiç önemsemediğin şeyler var mı sence? Belki bedeninden bir parça🦵🦶💪✋ Belki hayatında oldukça önemli bir insan 👩❤️👨 Belki bir yetenek 🎶 Belki de seni “sen” yaptığını düşündüğün bir rol 🎭 Peki hiç düşündün mü: 👉 Gören gözlerin, duyan kulakların, yürüyen bacakların bir gün seni terk etse — kim olurdun? “Niye düşüneyim ki, sonuçta varlar!” diyebilirsin. Ama işte, var olan her şeyin içinde yok olma ihtimali gizlidir. Ve biz genellikle o ihtimale bakmamayı seçeriz... çünkü bakmak, korkuya dokunmaktır. 😶🌫️ İçsel sistemimiz bizi kaygıdan korumak ister — bu yüzden “kaybetmeyi düşünmemeyi” öğretir bize. Ancak bu, farkındalığın önüne çekilmiş bir sis perdesidir. 🌫️ O sisin ardında asıl körlük saklıdır: 🌀 Ruhun uyuşur. 🌀 Bilincin daralır. 🌀 Benliğin, sahip olduklarının gölgesinde erir. Sahip olduklarımızla kurduğumuz bağı fark ettiğimizde ise o bağın altında gizlenen korkuya da dokunuruz. Ve o anda, içimizdeki şükran filizlenmeye başlar. Hayatını kazandığını düşündüğün işine, belki bir insana ya da bir role tüm varlığını adadığını düşün. Bir gün o iş biter, o insan gider, o rol elinden alınır. Bir dansçının bacaklarını, bir müzisyenin kulağını, bir annenin evladını kaybetmesi gibi…Geriye ne kalır? Koca bir boşluk ve belki de ilk kez yüzleştiğin çıplak bir benlik. Antik Stoacılar, insanın sahip olduklarına değil, onları kaybetmeye hazır olmasına göre özgürleştiğini söylerdi. Epiktetos der ki: “Bir şeyi seviyorsan, onu ölümlü olduğunu bilerek sev.” Bu, sevgiyi küçümsemek değil, ona hak ettiği farkındalıkla yaklaşmaktır. Tasavvufta ise bu farkındalık “nefs terbiyesi” olarak tezahür eder: Sahip olduklarını zihninde ve kalbinde “önceden kaybetmek”…Çünkü bir şeyi kaybettiğinde, aslında yalnızca ona yüklediğin anlamı kaybedersin — özünde sen, oradadır hâlâ. Kadim öğretiler bu yüzleşmeyi bilerek yaşatır insana. Tasavvufta çilehaneler, Uzak Doğu’da körlük inzivaları… Sahip olduklarını kaybettiğini hayal ettiğinde, onlara yüklediğin anlamın maskesi düşer. O zaman anlarsın: Sahip oldukların sen değilsin. Ve bu fark ediş, seni hem kaybın acısına hem de varlığın mucizesine hazırlar.